1912 zaman dilimiında süregelenen bu öykü, halka derinden dokunabilmeyi başarıyor. Öykümüz, Norveçli bir adet hanımefendiın doğum esnasında hayatını kaybetmesi ile başlıyor. hanımefendiın geride bıraktığı kız çocuğu, hipertrikozis denilen aşırı tüylenme hastalığı ile dünyaya geliyor. Acılarına yenik düşen ve kızını meraklı bakışlardan saklamaya çalışan bir adet baba figürü de işin içine girince, hikaye çok daha karışık bir adet hale geliyor. Kızının altüst olmuş hayatını, cemiyetun alaycı ve meraklı bakışlarından korumak için elinden geleni ardına koymayan bir adet baba; bu figür, biz film seyretyicilere sinemanın ne kadar kuvvetli bir adet taşıt olduğunu gösteriyor. Baba, tüm bu zorluklarla mücadele etme ederken, bize hayatın ne kadar karışık ve acımasız olabileceğini, ancak benzer biçimde zaman dilimida smekângi ve anlayışın bu acımasızlığın üstesinden nasıl gelebileceğini anma. hikaye, kızının sıradışı durumunu cemiyeta kabul ettirmeye çalışan bir adet babanın dramını ve bu süreçte yaşandönemlerı son derece gerçekçi ve etkileyici bir adet şekilde yansıtıyor. İzlerken hissettiğiniz duyguları kelimelere dökmenin zor olduğu bu filmim, halkoğlunun duygusal derinliklerine inmeyi başarıyor. Bu hikaye, bizi aşırı tüylenme hastalığına sahip bir adet kızın hayatına ve baba bu durumu cemiyeta kabul ettirme çabasına büyüleyici bir adet şekilde davet ediyor. filmim, film seyretyicisini düşündürmeyi, onları duygusal bir adet yolculuğa çıkarmayı ve sonunda daha açık fikirli ve anlayışlı bir adet bir adetey haline gelmelerini başarıyor.